-
Osmanlı Hanedanligi.tr.gg
Osmanlı İmparatorluğu,Osmanlı Devleri,
Kibris
Osmanlı Egemenliğinde Kıbrıs Tarihi
Osmanlı Egemenliğine Kadar Kıbrıs
Mısır ve Doğu Akdeniz ticaret yolları üzerinde yer alması, tarihin bilinen ilk devirlerinden itibaren Kıbrıs'ın önem kazanması ve bu önemin sürekli olması neticesini doğurmuştur. Jeolojik devirlerde bir çöküntü neticesinde Hatay bölgesinden ayrılıp bir ada haline gelen Kıbrıs'ın ilk sakinleri Anadolu'dan gelmişlerdir. Adanın kuzeyinde ve Karpas Yarımadası üzerinde Neolitik devre ait yerleşim yerlerinde yapılan kazılar neticesinde elde edilen buluntular, Anadolu'nun Hacılar ve Çatalhöyük Neolitik devir yerleşim yerlerinde elde edilen buluntularla benzerlikler arzetmektedir. M.Ö. 4000 yılından itibaren insan unsuruna rastlanılan adanın, M.Ö. 3000'de yoğun bir iskana sahne olduğu ve elde edilen eserlerden de bu iskanın Anadolu kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Kıbrıs'ta eski mezarlardan elde edilen eserler de, Truva kültürünün ürünüdür.
İlk zamanlarda Kıbrıs'ın mahallî teşekküller halinde bağımsız bir hayat sürdüğü anlaşılmaktadır. Daha sonraları ada ile Mısır arasında kurulan siyasî münâsebetler, zamanla tâbiiyyet şeklini almıştır. Mısır Firavunu III. Tutmosis tarafından (1500-1450) Mısır'a bağlanan Kıbrıs; Mısır ve Hititler arasında sürekli bir mücadele konusu olmuş ve Kral III. Tundhaliya zamanında (M.Ö. 1320'de) Hitit hakimiyetine girmiştir. 120 yıl süren bu dönem boyunca Hititler adadan bakır ihtiyaçlarını karşılamışlar ve adayı sürgün yeri olarak da kullanmışlardır. Meselâ Kral Uhri-Teşup (III. Murşili), . Murşili bkz. Uhri-Teşup ;amcası III. Hattuşili tarafından tahttan indirilince Kıbrıs'a sürülmüştür. Hitit Devleti'nin M.Ö. 1200 yıllarında yıkılmasıyla Mısır Firavunu III. Ramses tarafından tekrar Mısır hakimiyeti altına alınmıştır. Bu dönemde Dor istilası nedeniyle Ege'den ve Anadolu'dan gelen bir kısım kavimler Kıbrıs'ta koloniler kurdular. M.Ö. 1000 tarihlerinde ise bu kolonilerin bir kısmında bulunan Fenikeliler adanın tamamının hakimiyetini ellerine geçirdiler. Fenikeliler'in hakimiyeti M.Ö. 709'da Asurlular'ın Kıbrıs'ı almalarına kadar devam etti. Bu tarihte kolonizatörler bir araya gelerek Asur hakimiyetini tanıdılar ve yapılan bir anlaşmayla vergi vermeye başladılar.
Asur hakimiyeti M.Ö. 669'da sona erdikten sonra Kıbrıs, bir müddet bağımsız krallık olarak devam etmişse de bu uzun sürmedi; tekrar Mısır hakimiyetini kabul ettiler. Pers Kralı Kombizes M.Ö. 525'de Mısır'ı işgal edince Kıbrıs da Pers hakimiyetine girmiş oldu. Makedonyalı Büyük İskender'in M.Ö. 333'te Persler'e karşı kazandığı İssus Savaşı'ndan sonra Kıbrıs Makedonya hakimiyetini tanıdı. Büyük İskender döneminde Kıbrıs'ta başlarında Nikokles ve Nikokreon'un bulunduğu Pafos ve Salamis Krallıkları vardı.
Büyük İskender'in ölümüyle Makedonya İmparatorluğu'nun parçalanması üzerine I. Pitolemaios Mısır'da Pitoleme Hânedanlığı'nı kurdu. Pitolemeler döneminde ada, yarı bağımsızlık statüsüyle Mısır'a bağlandı. M.Ö. 80'den itibaren Mısır'a bağımlılıktan tamamen kurtularak M.Ö. 58'e kadar bağımsız bir krallık olarak devam etti. Bu tarihte Romalı komutan Marcus Porcius Cata tarafından Roma İmparatorluğu hakimiyetine alındı. M.S. 394'de Büyük Kostantin'in ölümüyle Roma İmparatorluğu'nun parçalanması üzerine ada, Doğu Roma İmparatorluğu'nun (Bizans) payına düştü. Bizans döneminde ayrı bir hükûmet kurulması uygun görülmeyip Fenike, Filistin, Suriye ve Klikya'ya bağlı bir il haline getirildi. Bizans hakimiyeti ile Kıbrıs'ta büyük değişiklikler meydana gelmiş, Hıristiyanlığın doğuşunda bu dini ilk kabul eden Roma vilâyetlerinden biri olmuş ve Ortodoks Kilisesi kurulmuştur. Ancak Katolik-Ortodoks mücadelesi Osmanlı fethine kadar devam etmiştir.
VII. yüzyılda Bizans sınırlarına dayanan İslâm orduları tarafından 632-964 yılları arasında yirmi dört defa kuşatılan Kıbrıs, Halife Hz. Osman döneminde Şam Valisi Muaviye tarafından 649 yılında fethedilerek müslümanların hakimiyeti bir anlaşmayla kabul ettirildi. Bu anlaşmaya göre Kıbrıslılar Bizans'a vermekte oldukları 7.200 altını müslümanlara verecek, Bizanslılar'la yapılacak savaşlarda onlara yardım etmeyecek ve müslümanlar Kıbrıs'ı üs olarak kullanabileceklerdi. Ancak, bir süre sonra Kıbrıslılar'ın Bizans'a yardım etmeleri üzerine bozulan anlaşma, 653'te adaya tekrar sefer düzenlenerek yenilendi. Bu sefer sonunda, adada İslâm ordusundan bir miktar asker bırakılmışsa da, Halife Yezid döneminde bu asker geriye çağırıldı. 688'de Halife Abdülmelik b. Mervan ile İmparator II. Justinianus'un yaptığı anlaşmayla Kıbrıs'tan alınan vergiler iki devlet arasında paylaşıldı. Daha sonraları bu vergiler bir çok defa savaş nedeni olduysa da, müslümanlar devamlı galip geldiler. Emeviler zamanında Kıbrıs, iki rakip devlet arasında nisbî bir muhtariyeti korumuş ve bu devletlere sadece vergi ile bağlanmış idi. Bu durum Abbasi döneminde de devam etti. Üç asır devam eden İslam hakimiyeti döneminde Kıbrıs'ta üretim artmış ve ada ticaret sayesinde oldukça ilerlemiştir. 964'te Bizans İmparatoru II. Nikeforos Fakos tarafından Kıbrıs tekrar geri alınmışsa da, bu dönemde yapılan bir anlaşmayla camiye çevrilen mâbetlerin ve kutsal yerlerin tanınması Bizanslılar'a kabul ettirildi.
Bizans İmparatorluğu'nun zayıflaması ve çöküşünün hızlanması sürecinde, eyâletlerin teker teker elden çıkması Kıbrıs'ı da etkiledi. Ermeniler'le yaptığı savaşta esir olan İmparator Manuel Komnenus'un yeğeni ve Tarsus Valisi İsak Komnenus, daha sonra İmparator olan I. Andronikos tarafından fidyesi Kıbrıs gelirinden ödenmek şartıyla kurtarıldı. Fakat, istenilen paranın bir kısmının ödenmesiyle serbest bırakılan İsak Komnenus kalan paranın toplanması için görevlendirildiği Kıbrıs'ta halkı, Bizans İmparatorluğu tarafından Katapon ya da Kıbrıs Valisi tayin edildiğini gösteren sahte belgelerle kandırarak bir yıl sonra adanın bağımsızlığını ve kendisinin imparatorluğunu ilan etti. Halk, yedi yıl süren Komnenus hakimiyeti müddetince ağır vergiler ve baskılar altında ezildi.
III. Haçlı Seferleri'nde İngiltere Kralı I. Richard (Arslan Yürekli Richard) tarafından 1191'de alınan Kıbrıs, Templar (Templier) şövalyelerine satıldı. Bu yönetimden de memnun olmayan Kıbrıslıların 1192 paskalya yortusunda isyan etmeleri üzerine adada daha fazla kalamayacaklarını anlayan Templar şövalyeleri, adayı I. Richard'a geri verdiler; o da, Kudüs Kralı Guy de Lusignan'ı Kıbrıs Krallığı'na getirdi. Lusignan ilk olarak Filistin'den getirdiği yandaşlarına arazi bağışlayarak yerini sağlamlaştırdı ve adada feodal bir düzen kurdu. Kıbrıs'ta Lusignanlar'ın bulunduğu bu tarihlerde Anadolu, Selçuklu Türkleri'nin idaresinde bulunuyordu. Çeşitli gıda maddelerini Antalya'dan temin eden Lusignanlar, Antalya'nın Selçuklular'ın eline geçmesinden sonra onlarla iyi geçinmek zorunda kaldılar. Selçuklular ile çeşitli anlaşmalar yapan Lusignanlar fırsat buldukça anlaşmaları yine kendileri bozdular. Lusignanlar'ın Kıbrıs'ta gerçekleştirdikleri en önemli olay; "Kıbrıs Latin Başpiskoposluğu"nu kurmak oldu. Katoliklik Ortodoksluk'u gölgelemeye başladı. Ortodoks halkın çıkardığı isyanlar şiddetli bir şekilde bastırıldı. XIV. yüzyılın sonlarına kadar süren Latin hakimiyeti, iki İtalyan şehir devleti olan Cenevizliler ve Venedikliler tarafından tehdit edilmeye başlandı. 1372 yılında Magosa'yı alan Cenevizliler 1464 yılına kadar ellerinde tuttular. Memlûk Sultanı Baybars da 1425 yılından itibaren Kıbrıs'a müdahale etmeye başladı. Adaya çıkan Memlûk ordusu, 1426 tarihinde Kral Janus'u mağlup edip esir aldı. Ada üzerinde Memlûklar, Papalık ve İtalyan şehir devletlerinin giriştikleri mücadeleden Venedikliler galip çıktı. Evlendiği Kıbrıs Kralı II. Jacques'ın bir yıl sonra ölmesiyle 1484 yılından itibaren beş yıl Kıbrıs'ı idare eden Kraliçe Venedikli Katerina Kornaro, idareyi Venedikliler'e bırakarak ülkesine gitti. İdare Venedikliler tarafından ele geçirildikten sonra Kıbrıs, Venedik soylularından seçilen bir askerî valiyle yönetildi.
Kıbrıs'ta Venedikliler'in hüküm sürdükleri dönemde her yönden güçlenmiş durumda olan ve zaman zaman adaya akınlar düzenleyen Osmanlılar, 1489'da Karpas bölgesine bir filo çıkartarak bir çok ganimet ve esir aldılar. Yavuz Sultan Selim'in 1517 yılında Mısır'ı zabtetmesi Osmanlı Devleti'nin Kıbrıs'la doğrudan münasebete girmesine sebep oldu. Venedikliler Kıbrıs için Memlûk Devleti'ne her yıl 8.000 duka vergi vermekte idiler. Osmanlı ve Venedikliler arasında yapılan anlaşma gereğince bu vergi, artık Osmanlı Devleti'ne verilecekti. Kanunî döneminde yapılan bir anlaşmayla da İstanbul'da bulunan Venedikliler'e yeni haklar verilerek Kıbrıs'tan alınan vergi 10.000 dukaya çıkarıldı. Bununla beraber Venedikliler, Kıbrıs'ın Osmanlılar tarafından alınacağı duygusundan kendilerini hiç bir zaman kurtaramadılar.
1521'de Rodos Adası'nın Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle telaşa düşen Venedikliler, savunma hazırlıkları yapmağa başladılar. Bu meyan da, Lefkoşe'nin surları daraltılarak Magosa Kalesi'nin surlarına takviyeler yapıldı. Bu arada yerli halka baskılar bütün şiddetiyle devam etmekte, halk Venedikliler'in topraklarında angarya usulüyle çalıştırılmakta ve Ortodokslar zorla Katolik yapılmaya çalışılmaktaydı. Ağır vergiler ve zulüm altında ezilen halk, zalim Venedik yönetiminin yerine âdil Türk yönetiminin olmasını tercih etmekteydi.
Kıbrıs'ın Fethi
Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinden sonra kendisine Doğu Akdeniz hâkimiyeti yolu açılan Osmanlı Devleti'nin Girit ve Kıbrıs Adaları'nı da alması askerî ve siyasî bir zorunluluk halini almıştı. Sıkıştırıldıklarında Kıbrıs'a sığınan korsanlar, deniz ticaret gemilerine ve hacca giden yolcu gemilerine saldırarak yol güvenliğini yok ediyor ve sürekli bir tehdit unsuru oluşturuyordu. Ayrıca Güney Anadolu, Suriye ve Mısır'a yapılması muhtemel bir düşman saldırısında da adanın üs olarak kullanılması tehlikesi vardı. Dolayısıyla, Kıbrıs Adası Venedikliler'in elinde kaldığı müddetçe Doğu Akdeniz'de Osmanlı hâkimiyetinin tam olarak tesisi mümkün olmayacaktı.
Kıbrıs'ın Ortodoks olan yerli halkı Venedik yönetimince Katolik olmaya zorlanıyor, ağır vergiler altında eziliyor ve Venedikliler'in topraklarında angarya usulüyle çalışmak zorunda bırakılıyordu. Osmanlı Devleti'nin adâletli yönetimini bilen halk, fırsat buldukça İstanbul'a heyetler göndererek kendilerinin bu zulümden kurtarılmasını istiyordu.
Osmanlı Devleti'nin Girit ve Kıbrıs Adaları'na olan ilgisini gören ve bu iki ada elinden gittikden sonra büyük devlet olma vasfını kaybedeceğini bilen Venedik yönetimi, bir taraftan Osmanlılar'la iyi geçinmeye çalışıyor, diğer taraftan da Avrupa'da Osmanlılar'a karşı girişilen hareketleri el altından destekleyerek iki yüzlü bir politika takip ediyordu.
Başlıca gelirini korsanlıktan sağlayan Venedikliler'in zorba idaresi karşısında ada halkının sürekli yardım talepleri, II. Selim'e şehzâdeliği döneminde Mısır'dan gönderilen hediyelere el konulması ve 1563 yılında Mısır Hazîne defterdârının bindiği geminin yağmalanması üzerine bu tür gasp, yağmalama ve taciz hadiselerine son verilmek için yapılan girişimlerin sonuçsuz kalması ve Kıbrıs'taki Hala Sultan Türbesi'nin güvenceye alınması gayesiyle adaya bir sefer düzenlenmesi kaçınılmaz hale geldi.
Şeyhülislam Ebussuûd Efendi'nin de; “ "Sâbıkâ vilâyet-i dâr-ı İslâm'dan olup ba‘de-zamânin küffâr-ı hâksâr müstevlî olup medâris ü mesâcidin harâb u mu‘attal ve menâbir ü mahâfilin alâim-i küfr [ü] dalâl ile mâl-â-mâl idüp nice dürlü ef‘âl-i habîse ile dîn-i İslâm'a ihânet kasdın eyleyüp ve etrâf-ı âleme evzâ‘-ı kabîhaların işâ‘at eyleseler pâdişâh-ı dîn-penâh hazretleri hamiyyet-i İslâm mukaaaâsınca diyâr-ı mezkûrı küffâr-ı dû siyâh(?) elinden alup dâru'l-İslâm'a ilhâk eylemeğe azîmet ü himmet buyursalar sâbıkâ mezkûr keferenün tasarruflarında olan âhar vilâyetler musâlaha olundukda ellerine virilen ahidnâmede mezkûr vilâyet dâhıl olmak ile Şerî‘at-i Mutahhere mûcebince mezkûr ahidnâme nakzına azîmet buyurmalarına mâni‘ olur mı?" Beyân buyurıla.
El-cevâb:
"Aslâ mâni‘ olmak ihtimâli yokdur. Pâdişâh-ı ehl-i İslâm e‘azza'llâhü ensârahû tavâ’if-i kefere ile sulheylemeği ol vakıt meşrû‘ olur ki; kâffe-i müslimîne menfa‘at ola, menfa‘at olmayıcak aslâ sulh meşrû‘ değildür. Müşâhede olunup mü’ebbed yâhûd muvakkat sulholundukdan sonra menfa‘at bu zamânda bozılması enfa‘ görilse elbette bozmak vâcib ü lâzim olur. Hazret-i Rasûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem Hicret-i Nebeviye'nün altıncı yılında küffâr-ı Mekke ile on yıla sulhidüp Hazret-i Alî kerrema'llâhü vechehû mü’ekked ahidnâme yazup mu‘âhede-i mukarrere (?) kılındukdan sonra gelecek yıl bozmak enfa‘ görilüp Hicret'ün sekizinde üzerlerine varup Mekke-i Mu‘azzama'yı feth buyurmışlardur. Hazret-i Halîfe-i Rabbü'l-âlemîn halleda'llâhü te‘âlâ zılâle saltanatihî alâ-mefârikı'l-müslimîn ve eyyedehû bi'n-nazari'l-azîz ve'l-fethı'l-mübîn hezîmet-i (?) hümayûnlarında Cenâb-ı Risâlet-penâh salla'llâhü aleyhi ve sellem hazretlerinün sünnet-i şerîfelerine ıktidâ’en buyurmışlardur. Müstedbi‘ feth-i mübîndir. (?) Bi-ınâyeti'l-lâhi'l-meliki'l-mu‘in." ” fetvâsı üzerine Kıbrıs'a sefer açılmasına karar verildikten sonra, Osmanlı Devleti adanın kan dökülmeden ele geçirilmesi için diplomatik teşebbüslere başladı. Bu meyanda Venedik'e gönderilen Divân-ı Hümayûn tercümanlarından Mahmud Efendi'nin ve Venedik'teki diğer Osmanlı tebeasının ilişkilerin gerginleşmesiyle tutuklanması üzerine, mukâbil olarak Osmanlı Devleti de İstanbul'da bulunan Venedikli tâcir, konsolos ve konsolosluk memurlarını tutuklayarak Venedik ticaret gemilerine el koydu.
Bu arada Osmanlı Devleti, Kıbrıs Seferi sırasında diğer ülkelerle problem çıkmaması için bir takım siyasî ve askerî girişimlerde bulunmuş; 1568'de Avusturya'yla sekiz yıllık barış, 1569'da Fransa'yla II. Kapitülasyon ve 1570'te de Rusya'yla dostluk anlaşmaları imzalamıştı. İlaveten, Klis ve Hersek sınırlarında güvenlik artırıcı önlemler alıp donanmayı güçlendirmek için girişilen faaliyetleri de hızlandırmıştı.
İstanbul'daki sefer hazırlıklarını farkeden Venedik Elçisi Antonio Barbaro, bir yandan durumu Venedik Senatosu'na bildirerek önlem alınmasını isterken, diğer yandan da olayı Sokollu nezdinde protesto etti. 1570 Şubat ayında Sokollu Mehmed Paşa ile Venedik Elçisi Barbaro görüşmelerde bulunmak üzere Venedik'e ikinci bir elçinin gönderilmesinde anlaştılar.
11 Şubat 1570'de Venedik'e gönderilen Divân-ı Hümayûn çavuşlarından Kubad Çavuş, götürmüş olduğu notayı 18 Mart 1570'de Venedik Senatosu'na sundu. Ültimatom niteliği taşıyan notada; "Kıbrıs Adası'nın Venedik'e 2.000 mil uzaklıkta olduğu, Dalmaçya bölgesinde Venedikliler'in Osmanlı sınırlarına saldırdığı, Akdeniz'de tüccar ve hac gemilerine saldıran korsanların Kıbrıs'a sığındığı ve Venedikliler için gereksiz olan bu adanın ellerinde tutulmasının dostluğa sığmayacağı" belirtilerek; "bu gibi olayların önlenmesi ve barışın korunması için teminat olmak üzre adanın Türklere terkedilmesi" istenmekte "Aksi halde savaşın kaçınılmaz olacağı" sert bir dille bildirilmekte idi. Senato bunu reddetti. Kubad Çavuş Senato'nun olumsuz cevabını 5 Mayıs 1570'de İstanbul'a getirdi.
Durumun vehametini kavrayan Venedikliler, Avrupa devletleriyle temasa geçerek destek arayışlarına giriştiler. Bu teşebbüsler sonunda Papalık, Venedik ve İspanya, Osmanlı Devleti'ne karşı üçlü bir ittifak yapılmasını kararlaştırdı. Malta Şövalyeleri, Sicilya Krallığı, Genova Cumhuriyeti ve Savva Dükalığı da bu ittifaka birer ikişer gemiyle sembolik olarak katıldı.
Bir taraftan diplomatik faaliyetler sürerken diğer taraftan İstanbul'da sefer hazırlıkları bütün hızıyla aralıksız devam ediyordu. Kıbrıs Seferi'ne Serasker olarak Vezir Lala Mustafa Paşa, tecrübesine binâen de denizdeki donanma faaliyetine Vezir Piyale Paşa tayin edildi. 1570 Mart ayı geldiğinde Osmanlı Donanması tedarik görüp üç filo halinde Ege ve Akdeniz'e hareket etti. İlk filo Murad Reis komutasında, ikinci filo Piyale Paşa komutasında ve donanmanın en büyük bölümünü oluşturan üçüncü filo da Kaptan-ı Deryâ Müezzinzâde Ali Paşa'nın komutasında idi. Serasker Lala Mustafa Paşa'nın da bulunduğu son filonun denize açılma törenine II. Selim bizzat katıldı.
Bu arada aralarında aldıkları karar gereği Girit'in Suda Limanı'nda birleşecek olan müttefik donanması, ittifaka dahil güçlerden sadece Venedik Donanması'nın bölgeye gelmiş olması dolayısıyla Osmanlı Donanması'na müdahale edemedi. 1570 Ağustosu'nda bir araya gelebilen müttefik donanması değişik kısımlardan 206 gemi, 1.300 top, 16.000 asker ile 36.000 gemici ve kürekciden oluşuyordu. Osmanlı Donanması ise; 180 kadırga, 10 mavna, 170 barça ile karamürsel denilen küçük deniz parçalarından olmak üzre toplam 360 gemiden oluşuyordu.
Haziran ayında Fenike Limanı'na gelen Osmanlı Donanması, 20 günlük bir moladan sonra buraya sevkedilen Anadolu sipahileri ile 2 Temmuz 1570'de adaya ilk çıkarmayı yaptı. 3 Temmuz'da Tuzla'nın ele geçirilişinin ardından 27 Temmuz'da Lefkoşe kuşatıldıysa da, kalenin fethindeki gecikme ve güçlük dolayısıyla takviye olarak Donanma'dan getirilen kapıkulu ocaklarının da katılımıyla Lala Mustafa Paşa tarafından 9 Eylül 1570'de ancak fethedilebildi. Bu sırada müttefik donanması Meis adasına kadar gelmiş ve Lefkoşe'nin düştüğü haberini alarak geri dönmüştü.
Öte yandan Venedikliler boş durmuyor, hem Papalık nezdinde diplomatik destek arayışlarında bulunuyor hem de barış için Osmanlı Devleti'ne müracaat ediyordu. Sokollu Mehmed Paşa ise onların bu taleplerini ancak Magosa'nın fethinden sonra görüşmek üzere reddetti.
Lefkoşe'nin düşmesinden sonra Magosa dışında bütün Kıbrıs teslim oldu. 1570 yılı Ekim ayı ortalarında Magosa üzerine yürüyen Osmanlı ordusu şehri muhasara altına aldı. Kaleye deniz tarafından gelmesi muhtemel yardımın önünü kesmek ve ani düşman baskını ihtimalini yok etmek gayesiyle Piyale Paşa Rodos açıklarında bekliyordu. Ancak yaklaşan kış mevsimi dolayısıyla Piyale Paşa, Arap Ahmed Paşa komutasında kırk kadar kadırga bıraktıktan sonra adadan ayrıldı. Kıbrıs'ta ise yalnız Serdar Lala Mustafa Paşa kalmıştı.
Kış mevsimi geçtikten sonra İstanbul'dan Müezzinzâde Ali Paşa ve Pertev Paşa kumandalarında iki donanma Akdeniz'e çıkarıldı. Bu donanmaların desteğini alan Lala Mustafa Paşa da Magosa'yı iyice sıkıştırdı. Nihayet Kale Komutanı Bragadino 4 Ağustos 1571'de beş maddelik anlaşmayla kaleyi teslim etti ve böylece Kıbrıs'ın fethi tamamlanmış oldu.
Fetihten sonra Lefkoşe merkez olmak üzere Kıbrıs idârî yönden bir "Beylerbeyilik" statüsüne alınarak tahrir olunup, Avlonya Sancakbeyi Muzaffer Paşa Beylerbeyi tayin edildi. Baf, Magosa ve Girne'nin sancak haline getirildiği adada, beylerbeyiliğin gelişmesi ve savunmasının güçlendirilmesi gayesiyle de Alâiye, Tarsus, İçil, Zülkadriye ve Sis sancakları da Kıbrıs'a bağlandı. Adada, "Kıbrıs Kanunnâmesi" hazırlanıncaya kadar "Karaman Vilâyeti Kanunnâmesi" uygulanacaktı.
Lala Mustafa Paşa Kıbrıs'tan ayrıldığı zaman geride kalan asker sayısı 3.779 idi. Devlet, bunların adada yerleşmelerini özendirici bir takım uygulamalara gitti. Askerler dışında adada görev alan defterdar, kadı, aaakireci vs. gibi bir kısım memurlar da, görevleri dolayısıyla aileleri ile birlikte Kıbrıs'ta bulunmakta idiler.
Adanın askerî bakımdan takviyesi yanında, nüfus olarak da Türk iskânına ihtiyaç duyuluyordu. Fetih ve öncesi dönemde yerlerini terkederek dağlık bölgelere sığınmış olan yerli halktan geri dönmek isteyenlere her türlü kolaylık gösterilip yardımlar yapıldı. Bütün bu teşvik ve tedbirlere rağmen istenilen sonuç alınamadı. 1572 tarihinde yapılan bir nüfus tespit çalışmasına göre Mesarye ve Mazato bölgesindeki 76 köyde kimsenin yaşamadığı görülmüştü. Bu sebeple, diğer yeni fethedilen bölgelerde yapıldığı gibi adaya, Anadolu'dan Türk göçmenler getirilip bu ve bunun gibi boş yerlere yerleştirilerek üç ya da iki yıl vergiden muaf tutuldu.
Osmanlı Devleti fethettiği her yerde Türk adaleti ve idarî düzeninin sağlanabilmesi için tedbirler almıştır. Bunların başında; önce oranın tahririnin yapılması, kanunların düzenlenmesi, vergi sisteminin ıslah edilmesi gelmektedir. Bu düzenlemelere paralel olarak bir de iskan politikası yürütülmüştür. Bu iskan genelde kendi rızalarıyla gidenleri kapsadığı gibi, iskana tabi tutulan yöre ahalisinden her on hânede bir hâne olmak üzere tespit edilen miktarın "sürgün" denilen usulle nakli şeklinde de olmuştur. İskana tabi tutulanlar belli bir süre vergilerden muaf tutulmak ve yerleştikleri yerler kendilerine mülk olarak verilmek gibi şartlarla nakledilmiştir. Kıbrıs'ın fethinden sonra da buna benzer bir metod takip edildi. Naklin gerçekleşmesi ve gideceklerin teşviki açısından adanın ikliminin güzelliğinden, topraklarının her türlü ziraate elverişli olduğundan bahsedilerek bir nev‘i propaganda yapıldı.
Kıbrıs'a genel iskân 22 Eylül 1572 (13 Cemâziye'l-evvel 980) tarihli hükümle başladı. Bir sûretinin de Alâiye, Manavgat, İçil, Bozok ve Teke kadılarına gönderildiği bu hükümde; "Karaman, Anadolu ve Zülkadriye eyâletlerinde bulunan kasabalarda her on aileden birinin nakli" isteniyordu. 1572'de yapılan kayıtlara göre Kıbrıs'a gönderilmek üzere Aksaray'dan 225, Beyşehir'den 262, Seydişehir'den 202, Anduğı'dan 145, Develihisar'dan 197, Ürgüp'den 64, Koçhisar'dan 88, Niğde'den 172, Bor'dan 69, Ilgın'dan 48, İshaklı'dan 87 ve Akşehir'den 130 olmak üzre toplam 1.689 aile belirlenmiştir. Bu şekilde Kıbrıs nüfusunun takviyesi maksadıyla göçmen nakli uzun müddet devam etmiştir.
Magosa Kalesi hariç, adanın fethinin kolay olmasında yerli halkın yardımlarının da büyük rolü olmuştu. Hatta adanın ileri gelenlerinden bazıları, Girne'nin kan dökülmeden ele geçirilmesinde etkili olmuşlar ve bunlara bazı vergilerden muaf olduklarına dair belgeler verilmişti. Kıbrıs'ta asker ve idareci olarak bulunanlara ada halkının malî durumlarını kuvvetlendirmeleri için hiç bir gayretten sakınmamaları ve onları korumaları tavsiye edildi. Fetihten sonra çıkarılan "Kıbrıs Kanunnâmesi"yle (23 Zilhicce 979) Venedik döneminde can, mal ve ırzlarından emin olmayan Kıbrıs Rumları, Türk yönetiminde emniyet ve huzura kavuştular ve Venedikliler döneminde verdikleri verginin yarısını vermekle yükümlü kılındılar. Feodal sistemin kaldırılarak lordların yüzyıllardır esiri olan halkın esaretten kurtarıldığı adada Osmanlı Devleti'nin ada halkının hukuk nizâmında yaptığı en büyük değişiklik, uzun zamandan beri devam eden ücretsiz mecburi çalışma angaryasını kaldırmak oldu. Öte yandan Lusignanlar ve Venedikliler döneminde halkın elinden alınan dinî hürriyet geri verilerek sürgünde olan Ortodoks başpiskoposunun adaya dönmesine müsâade edildi.
Osmanlılar'da boş veya ekilebilen bütün araziler mîrî arazi olarak hükümdarın şahsına aitti. Boş araziler; adanın korunması ve savunması için adada oturmak şartıyla dirlik olarak timar sahiplerine verildi. Yerli Hıristiyanların ev, dükkan ve bahçeleri şahsî mülkleri kabul ediliyordu. Arazi ise padişahın şahsî malı olmakla birlikte reayânın bu toprağı işlemesine izin veriliyor, ancak toprağın gelirinden belli miktar öşür ödemekle yükümlü tutuluyordu.
Fetihten sonra yeni bir mülkî yapıya kavuşan Kıbrıs, Lefkoşe idare merkezi olmak üzere 16 kazâya ayrıldı. Bunlar Tuzla, Limasol, Piskopi, Gilan, Evdim, Magosa, Karpas, Dağ, Değirmenlik, Baf, Kukla, Hırsofi, Omorfa, Mesarye ve Girne kazâlarıdır. Kıbrıs Beylerbeyiliği'nin beylerbeyilik statüsü 1670 yılına kadar devam etti.
Girit Savaşı (1645-1669) yıllarında nüfusun azalması ve ticarî hayatın bozulması Kıbrıs Beylerbeyiliği gelirlerinde düşüşe sebep oldu. Bu nedenle ada, 1670 yılında Kaptanpaşalık'a bağlandı. Bu dönemde vergi toplamakla görevli olan ağalar arasındaki rekabet neticesinde artan huzursuzluk 1685 yılında kendini Boyacıoğlu Mehmet İsyanı şeklinde dışa vurdu. 1687'de bastırılan bu isyanda Kaptanpaşalık yönetiminin yetersizliği görülerek ada, sadrazama "has" olarak verildi. Çok geçmeden 1785 yılında ise sadrazam hassı olmaktan çıkarılarak Divân-ı Hümayûn'a bağlı bir muhassıllık haline getirilen Kıbrıs, bu statüyü 1839 yılında Tanzimat'ın ilanına kadar korudu. Tanzimat sonrasında Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyâletine bağlı bir sancağa dönüştürülüp idaresine "kaymakam" ünvanıyla bir mutasarrıf tayin olundu. 1861'de Cezâir-i Bahr-i Sefîd eyâletinden ayrılarak 1878'de adanın İngiltere'ye devrine kadar İstanbul'a bağlı bir mutasarrıflık olarak kaldı.
Ada Rumları 308 yıllık Türk idaresinde (1570-1878) varlıklarını korudukları gibi ekonomik, kültürel ve hatta siyasî bakımdan da gelişme imkanını bulmuşlardır.
Kıbrısın İngiltere'ye
Osmanlı Devleti, 1853-1856 tarihleri arasında üç yıl devam eden Kırım Savaşı'nda İngiltere, Fransa ve Piyemonte (İtalya) ile işbirliği yaparak Rusya'ya karşı galip gelmişti. Savaş sonunda 1856 yılında yapılan Paris Anlaşması'yla Osmanlı Devleti, Avrupa Devletler Hukuku kapsamına alınarak bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü garanti altına alındı. Böylelikle Osmanlı Devleti, 18. yüzyıldan beri gittikçe artan Rus baskısından kısa bir süre için de olsa kurtulmuş oldu.
19. yüzyılın sonlarında dönemin iki sömürge imparatorluğu olan İngiltere ile Rusya, Ortadoğu'daki menfaatleri bakımından birbirleriyle büyük bir çatışmanın içine girmişlerdi. Rusya nihaî hedefi olan İstanbul'a girmek ve Boğazları almak düşüncesinin yanısıra, Kafkasya üzerinden İskenderun ve Basra Körfezleri'ne inmeyi de tasarlamaktaydı. Rusya'nın bu politikası, Osmanlı Devleti'nin güneyini hayatî bölge olarak gören İngiltere'nin menfaatlerine uygun düşmemekteydi.
1875'de başlayan Hersek İsyanı'nın sonunda Osmanlı Ordusu başarı kazanmasına rağmen Rusya'nın 31 Ekim 1876'da verdiği ültimatom ile mütareke imzalamak zorunda bırakıldı. Bosna-Hersek ve Bulgaristan meselelerinde Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan, Almanya ve İtalya tarafından akdedilen Londra Protokolü'nün (31 Mart 1876) Osmanlı Devleti tarafından reddedilmesi sonucu zaten içte ve dışta büyük sıkıntılar içinde olan Osmanlı Devleti, 1877 yılı başında Avrupa devletlerinin desteğini de tamamen kaybetmiş oldu. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti'ne 24 Nisan 1877'de savaş ilan etti. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti, büyük toprak kayıplarına sebep olan Ayastefanos Anlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı. 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan bu anlaşma ile Rusya'nın Slavcılık politikası büyük bir zafer kazanmış, Osmanlı Devleti'nden önemli bir toprak kütlesi kopararak Balkanlar'da nüfuzunu arttırmıştı.
Ayastefanos Anlaşması ile Rusya'nın elde ettiği askeri ve politik güç, İngiltere'nin Ortadoğu'daki emellerini tehdit etmekte idi. 19. yüzyılın başlarından itibaren Mısır ve Doğu Akdeniz'le yakından ilgilenmeye başlayan ve Kıbrıs üzerinde de hesapları olan İngiltere, harekete geçmek ihtiyacı duydu ve bu günlerde mevcut statükoda Kıbrıs'ın yeri ve adanın kıyı ile bağlantısını sağlayacak İskenderun'un alınması fikri İngiliz kabinesinde tartışıldı. Tartışmada muhalif görüşe sahip olup istifa etmek zorunda bırakılan Hariciye Nazırı Lord Derby'nin yerine Kıbrıs'ın işgalinden yana görüş belirten Lord Salisbury getirildi. Yeni Hariciye Nazırı, Ortadoğu'da artan Rus baskısı üzerine pasif kalma yerine, aktif olarak karşı çıkma eğilimindeydi. İngiltere, anlaşmalarla tespit edilip Avrupa devletleri tarafından garanti edilmiş olan statükonun Rusya tarafından bozulduğunu belirterek Ayastefanos Anlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesini öneriyordu. Bu bağlamda, 3 Mayıs 1878'de Rusya'nın Londra Elçisi Kont Shuvalos Dişişleri Bakanlığı'na çağrılarak İngiltere'nin tekliflerini içeren bir nota verildi. İngiltere tarafından Rusya'ya verilen notayla; Ayastefanos Anlaşması'nın şartlarına itiraz edilmekte, Bulgaristan Prensliği'nin küçültülmesi ve Rusya'nın Doğu Anadolu'dan çekilmesi teklif edilmekteydi. Rusya ise; 22 Mayıs 1878 tarihinde İngiliz notasına verdiği cevapta Doğu Anadolu'nun terki dışında İngiltere'nin tekliflerini kabul ettiğini bildirdi.
Hariciye Nazırı Salisbury 16 Mayıs 1878'de İngiltere'nin Kıbrıs'a yerleşmesini sağlayacak şartları araştırmak üzere İstanbul Elçisi Henry Layard'a bir talimat gönderdi ve bu tarihten sonra Londra ile İstanbul arasında gizli bir haberleşme trafiği başladı. Öte yandan, 22 Mayıs 1878'de Rusya'dan aldığı cevapla İngiltere'nin, Ayastefanos Anlaşması'nın ağır olan şartlarının tadili veya Rus emellerinin durdurulması gibi vaatlerle Osmanlı'ya nüfuz imkanı doğmuştu. 25 Mayıs 1878'de Layard, hükûmeti tarafından gönderilen ve Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında ittifak teklifini içeren mektubu saraya sundu. Bunu, İngiltere'nin Osmanlı Devleti'ni destekleyebilmesi için Anadolu'ya Malta adasından daha yakın bir üs verilmesi gerektiğini bildiren ikinci mektup ve nihayet bu yakın yerin Kıbrıs olabileceğini belirten üçüncü mektup takip etti. Bu mektuplarla İstanbul'un olaya yeteri derecede ısındırıldığını düşünerek Mabeyn Müşiri Sait Paşa'nın tavassutuyla II. Abdülhamid ile gizli bir görüşme yapan Henry Layard, gelirinin yine Osmanlı Hazinesi'ne verilmesi şartıyla Kıbrıs adasının geçici olarak İngiltere'ye terkedilmesi konusunda padişahı ikna etti. İngiltere müdahalesini o günkü şartlarda uygun bulan II. Abdülhamid, Sadrazam Sadık Paşa ile Hariciye Nazırı Saffet Paşa'yı İngiliz Elçisi Layard'la görüşmek üzere görevlendirdi. 26 Mayıs tarihinde taraflarca varılan mutabakat üzerine, Osmanlı Devleti adına Hariciye Nazırı Saffet PaşaHariciye Nazırı ;, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı adına Elçi Layard iki maddelik anlaşmayı 4 Haziran 1878'de imzaladılar.
Anlaşma metni şöyledir:
Birinci mâdde: Rusya Devleti Batum ve Ardahan ve Kars veyâhûd mevâkı-i mezkûreden birini yed-i zabtında tutup da ileride her ne vakit olursa olsun mu‘âhede-i kat‘ıyye-i sulhiyye ile ta‘yîn olunan Asya memâlik-i şâhânesinden bir kısmını daha zabt ve istîlâya tasaddî edecek olursa ol hâlde İngiltere Devleti memâlik-i mezkûreyi silâh ile muhâfaza ve müdâfa‘a etmek üzre Saltanat-ı Seniyye ile birleşmeyi ta‘ahhüd eder ve buna mukâbil zât-ı hazret-i pâdişâhî dahi Memâlik-i Mahrûse'de bulunan teba‘a-i Hıristiyâniyye ve sâ’irenin hüsn-i idâre ve himâyelerine müte‘allik ileride devleteyn beyninde kararlaşdırılacak olan ıslâhât-ı lâzimeyi icrâ edeceğini İngiltere Devleti'ne va‘d ile berâber devlet-i müşârun-ileyhâyı ta‘ahhüdât-ı vâkı‘asının icrâsınca lâzım gelen vesâ’iti te’mîn edebilecek bir hâle koymak için kendisine Kıbrıs cezîresini tahsîs ve asker ikâmesiyle cezîreyi idâre etmesine muvâfakat eyler.
İkinci mâdde: İşbu mukâvele-nâme tasdîk olunacak ve tasdîk-nâmeleri dahi bir ay zarfında ve mümkün olduğu hâlde daha evvelce te‘âtî edilecekdir. Tasdîkan li'l-makâl tarafeyn murahhasları işbu mukâvele-nâmeyi imzâ ve temhîr etmişlerdir."
Anlaşmayla Kıbrıs idaresi İngiltere'ye bırakılmakla beraber Osmanlı Devleti'nin ada üzerindeki mülkiyet hakkı ortadan kalkmıyordu. Ayrıca, 1 Temmuz 1878'de yapılan sekiz maddelik bir ek anlaşmayla Rusya'nın Kars ve Doğu Anadolu'yu terketmesi durumunda İngiltere'nin Kıbrıs'ı tahliye edeceği kayd altına alındı:
"Ek anlaşma:
Kıbrıs Adası'nın idâresine ve asker ikâmesine müte‘allik olan şerâ’it-i âtiyeyi İngiltere'nin muvâfakat eylediği tarafeyn-i müte‘âkıdeyn beyninde mukarrerdir.
Evvelen: Adada kemâ-kân bir mahkeme-i şer‘iyye bulunacak ve bu mahkeme adanın ahâlî-i İslâmiyyesi'ne â’id mesâlihden yalnız mesâlih-i şer‘iyyeyi rü’yete devâm eyleyecekdir.
Sâniyen: Cevâmi‘-i şerîfe ve İslâm mezârlığı ve mekteblerine ve adada bulunan sâ’ir te’sîsât-ı dîniyyeye â’id emlâk ve arâzîye İngiltere Hükûmeti tarafından ta‘yîn olunacak bir me’mûr ile birlikde idâre etmek üzre Evkâf-ı Hümayûn Nezâreti dahı ahâlî-i İslâmiyye-i cezîreden birini me’mûr ta‘yîn eyleyecekdir.
Sâlisen: İngiltere, masârif-i idâre çıkarıldıkdan sonra vâridâtın el-yevm fazla kalan mikdârını sene be sene Bâb-ı Âlî'ye te’diye edecek ve bu fazla geçen beş senenin yirmi iki bin dokuz yüz otuz altı keseye ta‘yîn olunan hatt-ı mutavassıt vâridâtı üzerine hesâp ve ta‘yîn ve mezkûr fazladan sonra usûlü vechile tahkîk kılınacak ve bunun yekûnundan mezkûr beş senede arâzî-i emîriyye ve evkâf-ı hümayûnun satılmasından veyâ iltizâma verilmesinden hâsıl olan akça hâric tutulacakdır.
Râbi‘an: Bâb-ı Âlî Kıbrıs'da bulunan arâzî-i emîriyyeyi ve evkâf-ı hümayûnu serbestce fürûht ederek veyâ iltizâma vererek bunlardan hâsıl olacak akça üçüncü bendde zikrolunan vâridât-ı cezîre dâhilinde tutulmayacakdır.
Hâmisen: İngiltere Devleti, umûr-ı nâfı‘a ve sâ’ir fâ’ide-i umûmiyye makâsıdına mebnî lâzim gelen arâzîyi ve arâzî-i gayr-i mezrû‘ayı kıymet-i münâsibe ile almak için hakk-ı mübâya‘ayı iktizâ eden me’mûrları vâsıtasıyla icrâ edebilecekdir.
Sâdisen: Eger Rusya Kars ve muhârebe-i ahîrede Ermenistan'da zabtetmiş olduğu sâ’ir yerleri Devlet-i Osmâniyye'ye reddedecek olursa Kıbrıs Adası İngiltere tarafından tahliye edilecek ve 1878 senesi Hazîranı'nın dördü târîhli mukâvele-nâmenin dahi hükmü olmayacakdır.
1 Temmuz 1878"
Sultan II. Abdülhamid anlaşmayı "Hukûk-ı şâhâneme halel gelmemek şartıyla mu‘âhedeyi tasdîk ederim" diye tasdik ettiğini belirtti. Sultan II. Abdülhamid anlaşmanın yürürlüğe konulması hususunu 13 Temmuz 1878 tarihinde başlayan Berlin Konferansı sonrasına bırakmayı düşünüyor idiyse de, Salisbury'nin tehditleri üzerine imzalamak zorunda kaldı. Bahr-i Sefîd Valisi Sâdık Paşa ile Kıbrıs Mutasarrıfı Ahmed Paşa'ya durumu bildirir fermanları götürmekle görevli Sami Paşa, Kıbrıs'a İngiliz donanmasına ait bir filonun 4 Temmuz'da Larnaka Limanı'na varışından sonra ancak 10 Temmuz'da ulaşabildi ve söz konusu ferman 12 Temmuz 1878 tarihinde İngiliz amiralin huzurunda okunarak 308 yıllık Osmanlı idaresi sona ermiş oldu.
Kıbrıs'ın İngiltere'ye devri ile ilgili ferman:
Emr-i Âlî
Efâhım-ı vükelâyı Devlet-i Aliyyem'den Cezâir-i Bahr-i Sefîd Vilâyeti Vâlîsi olup birinci rütbe Mecidî ve Osmânî nişân-ı zî-şânlarını hâ’iz ü hâmil olan Vezîr-i dirâyet-semîrim Sâdık Paşa [dâme] iclâlühûya ve mîr-i mîrân-ı kirâmımdan Kıbrıs Cezîresi Mutasarrıfı ve mezkûr Mecidî nişân-ı zîşânının üçünci rütbesinin hâ’iz ü hâmili Ahmed Paşa dâme ikbâlühûya ve Lefkoşe nâ’ib ve müftîsi zîde ılmühümâya ve a‘zâ-yı meclis ve mu‘teberân-ı ahâlî zîde mecdühüme hüküm ki:
Kıbrıs cezîresinin esbâb-ı ma‘lûmeden dolayı sûret-i muvakkatede kendülerine teslîmi İngiltere devlet-i fahîmesi cânibinden arzu vü iltimâs olunmuş ve aaafiyyet Meclis-i Hâss-ı Vükelâ-yı Fihâmım'da lede'l-müzâkere Devlet-i Aliyye ile devlet-i müşârun-ileyhâ beyninde mine'l-kadîm der-kâr olan revâbıt-ı dostî vü musâfât iktizâsınca Devlet-i Aliyyem hakkında olan efkâr u niyyât-ı hayr-hâhânesinin şimdiye kadar pek çok âsârını delâ’il-i fi‘liyye ile isbât eylemiş olduğundan bu cihetle devlet-i müşârun-ileyhânın cezîre-i mezkûreyi sûret-i muvakkatede tasarruf eylemesi îcâb-ı hâl ü maslahata muvâfık olacağından ol bâbda tanzîm olunan sened mûcebince adada kemâ-kân bir mahkeme-i şer‘iyye bulunmak ve bu mahkeme adanın ahâlî-i İslâmiyyesi'ne â’id ve mesâlih-i şer‘iyyeyi ru’yete devâm eylemek ve cevâmi‘-ı şerîfe ve İslâm mezârlığı ve mekteblere ve adada bulunan sâ’ir te’sîsât-ı dîniyyeye â’id emvâl ü emlâk ü arâzîyi devlet-i müşârun-ileyhâ tarafından ta‘yîn olunacak bir me’mûr ile birlikde idâre etmek üzre Evkâf-ı Hümayûn Nezâret-i Celîlesi tarafından ahâlî-i İslâmiyye-i cezîreden biri me’mûr ta‘yîn olunmak ve cezîre-i mezkûrenin el-yevm taraf-ı Devlet-i Aliyyem'e i‘tâ etmekde olduğı mürettebât-ı şâhânem yekûnundan masârifât-ı mahalliyye ihrâc kılındıkdan sonra fazla kalacak mikdârı sene be-sene taraf-ı Devlet-i Aliyyem'e te’diye olunmak ve cezîre-i mezkûrede bulunan arâzî-i mîriyye ve vakfiyye serbestce fürûht olunarak veyâ iltizâma verilerek bunlardan hâsıl olacak akça vâridât-ı mezkûre dâhılinde tutılmamak ve devlet-i müşârun-ileyhâ umûr-ı nâfi‘a ve sâ’ir fâ’ide-i umûmiyye makâsıdına mebnî lâzim gelen arâzîyi ve arâzî-i gayr-i mezrû‘ayı kıymet-i münâsibe ile ve me’mûrları vâsıtasıyla mübâya‘aya me’zûn olmak şerâ’itı ile cezîre-i mezkûre idâre-i muvakkatesinin devlet-i müşârun-ileyhâ me’mûrlarına teslîmi bi't-tensîb aaafiyyet taraf-ı eşref-i mülûkâneme arz ile lede'l-istîzân ol vechile icrâsı husûsuna irâde-i seniyye-i mülûkânem müte‘allik ve şeref-sudûr olmuş olmağla siz ki vâlî-i müşâr ve mutasarrıf u nâ’ib ve müftî ve sâ’ir-i mûmâ-ileyhimsiz, bâlâda beyân olunduğı üzre cezîre-i mezkûre idâre-i muvakkatesinin devlet-i müşârun-ileyhâya teslîmi husûsuna mübâderet ve bu bâbda hılâf-ı rızâ-yı şâhâneme bir gûne hâl ü hareket vukû‘a gelmemesine ihtimâm u dikkat eyleyesiz.
Tahrîran fi'l-yevmi's-selâsûn, min-şehri Cumâde'l-âhıra, li-sene hamse ve tis‘îne ve mi’eteyn ve elf."
Her ne kadar adanın mülkiyeti Osmanlı Devleti'nde kalmak şartıyla yönetimi geçici olarak İngiltere'ye verilmişse de, bu husus kağıt üzerinde kaldı ve İngiltere, bir anlaşmayla şartlı olarak girdiği adayı 15-16 Ağustos 1959'da Kıbrıs Cumhuriyeti ilân edilinceye kadar elinde tuttu.
Ve İngiltere halen Adada.
Bugün 5 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!

